12 Nisan 2015 Pazar

UÇAN KANAT PROJESİ

İnanılması güç ama ABD'nin Irak'ta kullandığı o teknoloji harikası 'hayalet uçakları' ilk biz ürettik. Hem de 1948 yılında! Sonra, Marshall Planı ile birlikte uçak üretiminden vazgeçtik. Öyle bir hale getirildik ki, bırakın uçağı, şimdi yerli otomobil üretip üretemeyeceğimizi tartışıyoruz.

THK Havacılık ve Uzay Bilimleri Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ünsal Ban'ın verdiği bilgiler, tüyler ürpertici!.. Bugün yerli otomobil yapıp yapamayacağı tartışılan bu ülke, 1930'dan 1950'ye kadar uçak üretti.
Hem de 15 farklı modelde. Yetmedi, bunları Danimarka ve Hollanda gibi ülkelere de ihraç etti. Çizdi, üretti ve sattı!

Bu ülke, 1948'de 'uçan kanat' yaptı. Yani, Körfez Savaşı sırasında ortaya çıktığında hepimizi hayran bırakan ABD yapımı 'hayalet uçakların' projesi bize ait. Üstelik, bunlar sadece kağıt üzerinde kalmadı, 'uçan kanatlar' Etimesgut'ta denenip uçuruldu da. Bakın fotoğraflarına, aralarında hiçbir fark yok. 1946-1947'de bizim düşünüp1948'de gerçekleştirdiğimizi, Amerika 33 yıl geçtikten sonra 1981'de hayata geçirebildi!
Sonra, Marshall Planı devreye sokuldu. Bize, 'Siz neden uçak üretmekle uğraşıyorsunuz' dediler:
- Gerek yok. Bırakın bu işleri.
Biz üretir, size yardım olarak veririz.
Biz fabrikaların kapısına kilit vurduk. Onlar da gönderdiler hurdaları, sattılar yedek parçalarını. Frenlediler, durdurdular, sömürdüler! Yıllar boyunca ülkeyi yönetenlerden bir Allah'ın kulu da çıkıp bu ihanete 'dur' demedi!


Yazı ve fotografların bir kısmı veya tamamı iktibas kuralları çerçevesinde kaynak gösterilmeden alınması veya izinsiz kopyalanıp çoğaltılarak kullanılması yasaktır.

www.aydinailesi.org
| © 2014
Read more »

8 Ocak 2015 Perşembe

İLK HAVA ŞEHİDİMİZ





Cumhuriyet Tarihinin İlk Hava Harp Şehidi 
Hv.Plt.Yzb.Cengiz TOPEL

5 Ağustos 1964 yılında Rumlar, Erenköy ve Mansur bölgelerine denizden hücumbotları, karadan ise tanklarla takviyeli piyade birlikleri ile ani bir saldırıya geçtiler. Türk kasabalarını havanlarla topa tutarak sahildeki Türk balıkçı teknelerine ateş açtılar. Ada’daki BM Barış Gücü Kuvvetleri bu katliam harekâtı karşısında hareketsiz kaldı. Türkiye’den ilk yardım 7 Ağustos’ta dört uçak ile yapıldı. Yapılan bu uyarı uçuşu, Erenköy’de üç gündür kahramanca direnen ve Anavatandan yardım bekleyen Mücahitler için bir umut ışığı oldu.



8 Ağustos 1964’te Türk Hava Kuvvetlerinin harekâtını gerçekleşirken Eskişehir 112’inci Filo Komutanlığında oluşturulan dörtlü kolda;

Lider Yzb.Cengiz TOPEL
2 numara Ütğm.İzzet ÖZTARHAN
3 numara Yzb. Kamil AYDIN
4 numara Ütğm.Ethem SANCAR bulunmaktaydı.

Cengiz TOPEL liderliğindeki kol, 8 Ağustos Cumartesi saat 17.00-18.00 civarında Eskişehir’den havalandı. Bu harekâtta Gemikonağı-Yeşilyurt arasında kol hedefleri olan hücumbotlar görülür görülmez bir atış paterni teşkil edildi. Limanın hemen arkasında denize paralel uzanan yüksek dağlar nedeniyle denizden karaya doğru bir atış paterni izlendi. Artık taarruzlar başlamıştı. Denizdeki hücumbotlar kaçmaya, uçaklar ise onları hedef almaya çalışıyorlardı. Bu uğraşı içerisinde F-100 tipi jet uçağımızı kullanan Cengiz TOPEL ilk dalışını yaptı. Hücumbot, hedef göstergesinde hızla büyürken bombasını attı ve yükseldi. İlk dalışlardan sonra kol tekrar paterne girerek ikinci dalış için hazırlandı. İşte herşey o zaman oldu.


Akdeniz üzerinde Erenköy’e gitmekte olan Bnb.H.Basri YURDAKUL’un telsizinden şu sözler yankılandı…

- ” Cengiz Yüzbaşım uçağından dumanlar çıkıyor atla!” ( Ütğm.İzzet ÖZTARHAN )
- ……
- “Yüzbaşım!…..cayır cayır yanıyorsun atla!” ( Ütğm.İzzet ÖZTARHAN )
- ” Tamam atladı. ” ( Muhtemelen Yzb.Mehmet KONEDRALI )
- ” Paraşütü açıldı. ” ( Ütğm.İzzet ÖZTARHAN )


Cengiz TOPEL’in uçağı isabet almış, paraşütle atlamak zorunda kalmıştır. Cengiz TOPEL, paraşütle atladıktan sonra Lefke, Gaziveren, Elye ve Çamlıköy Türk yerleşim birimleri arasında bulunan Peristeronori Rum köyünün yakınından geçen bir asfalt yola inmiştir. Yere indiği zaman bir ayağının kırıldığı ve çene kemiğinin zedelendiği söyleniyor olmasına rağmen bunun doğruluk derecesini belirtir bir kanıt bulunamamıştır.

Cengiz TOPEL’in yere indikten sonra haritasından Lefke yönünü tespit ederek o yöne doğru koşmaya başladığı, ancak kısa bir süre sonra arkasından gelen bir jipte bulunan üç Rum askerî tarafından yakalandığı, ayrıca mermisinin bitimine kadar kendisini koruduğu ve yanına hiç kimseyi yaklaştırmadığı söylenmektedir. Cengiz TOPEL’in yakalandıktan sonra başına gelenler konusunda birçok varsayımlar ortaya atılmıştır.

Bir varsayıma göre, Cengiz TOPEL, Peristeronori Rum köyü yakınlarında yakalandıktan sonra Güzelyurt’a götürülür. Fakat tam şehrin girişinde 500 kadar Rum askerî ve Grivas’ın (EOKA lideri) adamları tarafından araba durdurulmak suretiyle aşağıya indirilir. Elleri kelepçeli olduğu hâlde hemen orada konuşturulmak istenir, Cengiz TOPEL’in suskunluğunu attıkları dipçik darbeleri ile bozamayınca sinirlenirler ve arkadan üç el ateş ederek onu yaralarlar. Ancak Cengiz TOPEL’den daha çok bilgi almak isteyen Rum liderlerinin olaya el atmaları ile TOPEL Lefkoşe Rum hastanesine kaldırılarak ameliyat edilir.

Diğer bir varsayıma göre ise Cengiz TOPEL, önce Güzelyurt hastanesinde tedavi edilip daha sonra Rum Manastırına götürülerek kendisinden bilgi vermesi ve televizyona çıkıp Türkiye aleyhinde konuşma yapması istenir. Cengiz TOPEL tarafından, Rumların bu istekleri rededilince kendisine canice ve acımasızca işkence yapılarak öldürüldüğü belirtilmektedir. Bütün bunlardan sonra Cengiz TOPEL, Lefkoşe Rum Hastahanesine götürülmüştür. Yzb.Cengiz TOPEL’e savaş esiri muamelesi yapılması gerekirken, Rumlar uluslararası yasalara aykırı hareket etmişler ve onu şehit etmişlerdir. Cenazesi Türkiye’nin ısrarlı girişimleri sonucunda alınabilmiş, 11 Ağustos’ta saat 22.00’de Rumların elinde bulunan Lefkoşe Rum Hastahanesinden Kıbrıs Türk Hastahanesine Kızılhaç temsilcileri tarafından bir tabut içinde ve çıplak olarak getirilmiştir. Cesedin yapılan muayenesinden ölümün takriben 6 ile 48 saat önce vuku bulduğu, yani büyük bir ihtimalle 9 Ağustos akşamı öldüğü tahmin edilmektedir. Yüzbaşı TOPEL’in cesedinde bu tarihten sonra Rumlar tarafından bir otopsi yapılmıştır.



Cengiz TOPEL için Kıbrıs’ta, Adana’da, Ankara ve İstanbul’da yapılan törenlerden sonra 14 Ağustos 1964 tarihinde Edirnekapı’da Sakızağacı Hava Şehitliği’nde naaşı toprağa verilmiştir.

Tengri kutlu tinine yarlıg versin, orun’u uçmağ olsun!

Unutma, unutmak İHANETTİR!


Yazı ve fotografların bir kısmı veya tamamı iktibas kuralları çerçevesinde kaynak gösterilmeden alınması veya izinsiz kopyalanıp çoğaltılarak kullanılması yasaktır.

www.aydinailesi.org
| © 2014
Read more »

4 Ekim 2014 Cumartesi

AĞLAYAN KASABA



Japonya'nın Kushimoto kasabasında yaşayan halk tarafından söylenen bir söz var. 
Derlerki; 
"Ne zaman buraya bir Türk gelse mutlaka yağmur yağar, bu kasaba için için ağlar..."



14 Temmuz 1899.
O gün İstanbul Limanı hareketli ve heybetli saatlerini yaşıyordu. Gurur dolu bakışlar heyecanla birleşmiş, başlar dik ve mürettebat hazırdı. İade-i ziyaret olacaktı bu yolculuk. Japon İmparatoru Komeii'nin yeğeni 3 yıl önce İstanbul'a gelmiş, padişah II.Abdülhamid'i ziyaret etmişti. II.Abdülhamid bu ziyarete aynı şekilde karşılık vermeyi düşünmüş ve donanmanın en güçlü gemisi olan İstanbul tersanelerinde yapılmış Ertuğrul Fırkateyni'ni seçmişti. Gemi komutanı Yarbay Ali Bey emri alır almaz mürettebatını hazırlamış ve her ince ayrıntıyı düşünerek tek tek bütün mürettebatını kontrol etmişti. Hazırdılar...
Donanmanın en güzel gemisi Ertuğrul'un son seferine çıkacağını kimse aklından bile geçirmiyordu.

Güçlüydü Ertuğrul; hem yelkeni hem motoru ile hareket edebiliyordu. Üç güçlü direği vardı. Yelkenler fora dedi miydi kaptan, Ertuğrul, süzülür giderdi mavi sularda. 600 beygir gücündeki motoru ile ayrıca ayrı bir itici güce de sahipti. 2.400 ton ağırlığında ahşap bir gemiydi ama 1 yıl önce tüm ahşap kısımlar tek tek elden de geçirilmişti.

Kafile başkanı Miralay Osman Bey de 25 yaşındaki Ertuğrul'un güvertesinde yerini aldı. Osmanlı subayı olmasının verdiği ihtişam ile gemi komutanı Yarbay Ali Bey 'le selamlaştılar. 54 subay, 503 er olmak üzere toplam 607 kişiden sorumluydular. Mavi sulara baktılar, vatan toprağına dönüp son kez selamladılar. Ertuğrul bir kuğu gibi süzülerek mavi ufuklara doğru yol almaya başlamıştı.

Ertuğrul, Süveyş kanalına vardığında ilk arızasını yapsa da pek fazla önemli değildi Yarbay Ali Bey için. O verilen emirlere asla itaatsizlik yapmaz ve asla görevini tamamlamadan bırakmazdı. Çeşitli limanlara uğrayarak müslüman halka ve tüm dünya milletlerine Halifenin tüm dünya müslümanlarının yanında olduğunu da ilan ediyorlardı. Zira Osmanlı Donanması eski gücünden uzak ve varlığını devam ettiremez diyenlere de tokat gibi bir cevap oluyordu bu. Kim demiş ki Osmanlı Donanması artık açık sularda yok diye?

Ertuğrul; 8 adet 150 milimetrelik Krupp topu, 5 adet 150 librelik Armstrong topu, 2 adet 4, 2 adet 3 fontluk Krupp, 2 adet 5 namlulu Hockins, 2 adet 5, 4 adet namlulu Nordenfeld, 1 adet 12 ve 1 adet 6 librelik roket kovanı, 1 torpido atış kovanı, 2 torpido, 100 Martin Henry tüfeği, 100 Winchester tüfeği ve 40 adet tabanca taşıyordu.
79 metre boyunda, 15,5 metre genişliğinde idi ve 8 metreye yakın su çekiyordu. 60 ton su alıyor, aldığı kömürle de 10 mil süratle 9 saat seyredebiliyordu. Modern araçlarla donatılmış, elektrikle aydınlatılmıştı.

Uğradıkları her limanda halkın sevgisi ile karşılanıyordu Ertuğrul. Kimi zaman gemiyi binlerce kişi ziyaret ediyordu. Singapur'a vardıklarında kafile başkanı Miralay Osman Bey, amiralliğe terfi ettirildi. Japon İmparatoru'na mücevherli imtiyaz nişanı ve diğer hediyeleri artık bir Osmanlı amirali sunmuş olacaktı.

İstanbul Limanı'ndan ayrıldıktan 11 ay sonra 7 Haziran 1890 günü Ertuğrul, Yokohama Limanı'na vardı. İmparator Komeii, Türk amirali ve heyetini görkemli bir şekilde karşıladı. Halk, Türk heyetine sevgi gösterilerinde bulunmuş ve geçtiği her yerde bu coşkusunu açıkça göstermişti. Ertuğrul Fırkateyni'nde görevli olan 50 kişilik bando da binlerce Japon kayıkçısına konserler vererek bu coşkuya layık olmaya çalışıyordu. İmparator ile görüştükten sonra İmparatoriçe de heyeti kabul etmiş ve Türk Halkına selamlarını iletmesini istemişti. Sonunda ayrılık zamanı gelmişti.

15 Eylül 1890.
25 yaşındaki Ertuğrul, Japon Deniz Kuvvetleri'nin tayfun uyarılarına rağmen, daha önceden planlandığı gibi Yokohama Limanı'ndan ayrılmak üzere demir aldı. Amiral Osman Bey İstanbul Limanı'ndan ayrılırken duyduğu hüznü yine yüreğinde yaşıyordu. Gemi komutanı Yarbay Ali Bey ile yine selamlaştılar. Ve yine önce mavi sulara bakıp daha sonra da vatan toprağına bakar gibi Japon topraklarına baktılar. İlk kez bir Türk heyeti Japonya'yı ziyaret etmişti. İlk olmasına rağmen halk onları öyle coşkuyla karşılamış ve öyle coşkuyla sevmişlerdi ki sanki yıllardır bu topraklarda yaşamış gibi hissetmişlerdi kendilerini. Vatan toprağından ayrılmak gibi bir şeydi bu...

16 Eylül 1890.
Kujimoto açıklarında dev dalgaların içerisinden geçerek ilerliyordu Ertuğrul. Ama okyanusun mavi suları ülkelerine gelen bu kahraman askerleri son kez bir kucaklamak ister gibi sımsıkı sarılmak için adeta birbirleri ile yarışır gibiydiler. Sanki öz kardeşini kucaklarcasına sımsıkı sarıldılar Ertuğrul'a. Bağrına almış bırakmıyordu okyanus. Kayalıklara çarpan Ertuğrul artık ilerlemiyordu.

Kazayı haber alan halk hemen kayalıklara koştu. Ellerinden gelen tüm imkanlarıyla üstün bir gayretle çabaladılar. Son bir gayret ve son bir çırpınış diyerek 69 kahraman hayatta kalmayı başarabildi.

Yıl 2014.
Japonya'nın Kujimoto kasabasına gidenler güneşli bir gün de olsa yağmur ile karşılaşıyorlar. Japon Kujimoto halkı tarafından inanılan geleneğe göre; "buraya ne zaman bir Türk gelse yağmur yağar" diyorlar. Kujimoto kasabası Ertuğrul Fırkateyni'nin bu hazin öyküsüne yıllardır için için ağlamaktadır.


Harun Aydın
harun@aydinailesi.org



Yazı ve fotografların bir kısmı veya tamamı iktibas kuralları çerçevesinde kaynak gösterilmeden alınması veya izinsiz kopyalanıp çoğaltılarak kullanılması yasaktır.

www.aydinailesi.org
| © 2014
Read more »

23 Eylül 2014 Salı

ATATÜRK'ÜN SOYU (OSMANLI ARŞİV BELGELERİ)

Atatürk'ün annesi Zübeyde Hanım'a iftira atanlar bu belgeleri gördüklerinde ne diyecekler? Dindar ve müslüman olduğu bilindiği halde uydurma ve sahte bir Osmanlı belgesi düzenleyip kendisine ağıza alınmayacak iftiralarda bulunanlar şimdi ne diyecekler? Osmanlı döneminin o yıllarında 'Asliye Hukuk Mahkemesi' olmamasına rağmen, Osmanlı'nın Asliye Hukuk Mahkemesi belgesiymiş gibi bir belge çıkartıp hiç utanmadan internet ortamında yayınladıkları videolarda bunu sallayarak Zübeyde Hanım'ın bilmem nerede çalıştığını ve Mustafa Kemal'in babasının Ali Rıza Efendi olmadığını beyan ederek yaygara koparanlar ahirette Allah katında nasıl hesap vereceğinizi düşündünüz mü? Müslüman bir kadına zina suçlaması yapmanın İslamiyet'te yerinin ne olduğunu hiç mi araştırmadınız? Başınıza bir fes takıp 'Üstad' geçinen üstadınızın sizlere söylediklerini hiç araştırıp sorguladınız mı? 




Yakında piyasaya çıkacak olan emekli imam Mehmet Ali Öz'ün kitabını alıp okumanızı tavsiye ederim. Üstadınız ve körü-körüne inandığınız o şahsiyete bunları da sorun, bakalım sizlere ne cevaplar uydurmaya çalışacak.


"Selanik, Mustafa Kemal'in ailesinin yaşadığı yıllarda çevresi ile birlikte 500 bin kişilik bir Osmanlı Sancağı'dır. Yaşayan halkın içerisinde müslümanlardan sonra en çok sayıda olan nüfusu yahudi nüfusu oluşturur. Osmanlı'nın bu ailelere kucak açmasıyla birlikte yahudi aileler 1492'den sonra Selanik'e gelip yerleşmişlerdir." 



"Osmanlı döneminde 1830, 1840 ve daha sonra 1880 yıllarına ait nüfus kayıt defterleri günümüze kadar ulaşmıştır. Hatta 16.yy. ait tapu taahhüt defterleri de vardır. Neredeyse her beldeye, her köye ait en az bir nüfus kayıt defteri vardır. Selanik'te ise bazı mahallelerde 1, bazı mahallelerde ise 4 tane nüfus kayıt defteri vardır."





"Atatürk'ün gerek anne tarafı, gerek baba tarafı köken olarak saygın ve eşrefi olan insanlardır." Zübeyde Hanım'ın anne ve baba tarafını 1480'li yıllara kadar götürmenin mümkün olduğunu söylemektedir emekli imam Mehmet Ali Öz, ve hatta Mustafa Kemal'in anne tarafının Köprülüler ile akrabalığı olduğuna da kitabında yer vermiş. Baba tarafında da Osmanlı İmparatorluğu dönemi tarihinde idam edilen üç şeyhülislamdan biri olan Şeyhülislam Feyzullah Efendi'nin kökeni olarak bilinen Nakipzadeler'e dayandığını anlatıyor. Baba tarafının da Şemsi Tebrizi Hazretlerine dayandırmaktadır. Bu yönüyle Mustafa Kemal Atatürk'ün kökeni hem Türkmen hem de tarihi geçmişi bilinen bir aile olarak tanımlamaktadır.

Zübeyde Hanım'ın babası Feyzullah Ağa, Selanik'in merkez mahallelerinden Balad mahallesi temettuat defterleri kayıtlarında yer aldığını ve Feyzullah Ağa'nın babasının ismini İbrahim Yorgani olarak belgelere dayandırmaktadır.

Nakipzadeler sülalesinde iki tane Feyzullah ismine rastlandığını, Selanik'te müftü, kadı vb. görevlerde olan 10'dan fazla Feyzullah ismine rastladığını, Nüfus ve temettuat defterlerinde halk içinde olan 22 tane Feyzullah ismi tespit ettiğini ve bu isimleri tek tek incelediğini, inceleme sonucunda ise Nakipzadeler sülalaesinden olan iki Feyzullah ismine rastladığını da söylüyor. Birisi Mevlevi şairlerinden olan Nakipzade Hacı Seyid Abdullah Hami'nin oğlu Nüfus kaydına göre 1813 doğumlu Feyzullah Efendi, 1834, 1840 kayıtlarında nüfus defterlerinde yer aldığını. Diğerinin de Mehmet oğlu İbrahim Yorgani oğlu Feyzullah olduğunu söylüyor.


Atatürk'ün annesi Zübeyde Hanım, Selanik'in önde gelen ailelerinden Nakipzadeler sülalesinden olduğu nüfus defterinden ve temettuat defterinden tespit ettiğini de belgesiyle ortaya koyuyor.. 

Şimdi Atatürk'ün annesi Zübeyde Hanım hakkında ileri-geri konuşanlar ve o konuşulanlara inananlar bir daha düşünsünler. Ahirette nasıl hesap vereceksiniz?

Atatürk'ün babası ile ilgili olarak yaptığı inceleme ve araştırmalarından ise şöyle bahsediyor;
Atatürk, 1937 yılında baba soyunun araştırılması için bir komisyon kurdurmuş ve Vakıflar ile iş birliği yapılarak çalışmalar yapılmış, Selanik konsolosluğuna  yazılarak yunanlı yetkililere yazılıp ellerinde olan 
Osmanlı arşivlerinde incelemeler yaptırmak üzere Dışişleri bakanlığı nezdinde de  yazışmalar yapılmış.

Atatürk'ün hatıralarını anlatırken bahsettiği balkan savaşları sonrasında babasının mezarının bulunduğu Ortacı Camii malesef yok edildiğinden babasının mezarına bile rastlanamamakta. İnsan doğup büyüdüğü yeri düşman işgali altında kalıp bir çok tarihi izlerin yok edildiği gibi babasının da mezarının yok edilmesi ne büyük bir acıdır. Komisyonun raporunda ne yazık ki Selanik, Yunanlıların elinde olduğu için herhangi bir belgeye ulaşamadıklarını belirtmişler. Osmanlı arşivlerinin 1980'li yıllardan sonra tasnifi yapıldığından belgelere ulaşılamaması kendilerine 'üstad' diyenlere yağ-biber olsa gerek.. 

1937'de kurulan komisyonun hazırladığı raporda 2 Kanunievvel 93 tarihli tapu intikal kaydında 'Ali Rıza Efendi bin Ahmed Efendi' diye bir isim yer almış, Zamanın yetkilileri bunu Atatürk'ün babası Ali Rıza Efendi olarak düşündüklerini ama belgede sözü geçen kişinin Atatürk'ün babası Ali Rıza Efendi olmadığını söylüyor emekli imam Mehmet Ali Öz. Çünkü; Ali Rıza Bey'in babasının ismi Ahmet değildir.

" 2 Kanunievvel 93 tarihli tapu intikal kaydında bahsedilen Ahmet Efendi, Selanik Mevlevihanesinden Şeyh Ahmed Efendi'dir. Atatürk'ün babası Ali Rıza Efendi 1841 Selanik doğumludur. 23 Mayıs 1886'da vefat etmiştir. Onun babası, yine Selanik Mevlevihanesi'nden 1777 doğumlu 1843 vefatlı şeyh İbrahim Efendi'dir. Şeyh İbrahim Efendi de yine Selanik Mevlevihanesi Şeyh Ahmed Efendi'nin oğludur. Şeyh Ahmed Efendi de, Atatürk'ün bizzat hazırladığı şecerede Molla Hasan diye geçen Molla Hasan'a dayanmaktadır."

Emekli imam Mehmet Ali Öz yine tarihi bir gerçeği daha ispatlıyor bizlere;
"Herkesin bildiği gibi Atatürk'ün dedesi olarak bilinen Kızıl Hafız, Selanik Mevlevihanesi'nden şeyh Ahmed Efendi'dir. Şeyh Ahmed Efendi'nin oğullarının isimleri; Şeyh İbrahim Efendi, Şeyh Mehmet Ali Efendi, Şeyh Ali Rıza Efendi, ve Şeyh Yakup Efendi'dir.
1937 yılında kurulan komisyonun raporunda geçen Ali Rıza Efendi, Atatürk'ün amcası olan Şeyh Ali Rıza Efendi'dir. Atatürk'ün babası olan Ali Rıza Efendi, şeyh Ahmed Efendi'nin oğlu Şeyh İbrahim Efendi'nin oğludur. Atatürk'ün babası olan Ali Rıza Efendi amcası ile aynı ismi taşımaktadır."


Hatta daha da ileriye giderek Atatürk'ün amcalarının ve halalarının tek tek isimlerini de söylüyor bizlere;
"Şeyh İbrahim Efendi'nin 3 tane oğlu vardır; Ali Rıza Efendi (Atatürk'ün babası), Mahmut Efendi, Mehmed Emin Efendi. 3 tane de kızı vardır; Fatma, Emine ve Ayşe Molla. Şeyh İbrahim Efendi'nin 3 tane de eşi vardır; Emetullah Hanım, Hatice Hanım ve Ayşe Güzide."


1894 tarihinde Zübeyde Hanım'ın Ali Rıza Efendi'nin ölümünden sonra Osmanlı Devleti'ne verdiği dilekçede kendisi ve çocuklarına maaş bağlanıp bağlanılamayacağını sormuş ve verdiği resmi dilekçede eşinin Ali Rıza Efendi ve çocuklarının Makbule, Naciye ve Mustafa olduğu resmi olarak belgelere geçtiğini de belgeleri ile ispatlıyor emekli imam Mehmet Ali Öz.

Ali Rıza Efendi ile Zübeyde Hanım'ın evli olup olmadığına dair belge gösterilmesini isteyenler için tokat gibi bir cevap.


"Ali Rıza Efendi Çayağzı gümrük memurluğu yaptığı yıllarda Girit, Mora gibi toprakların Osmanlı'nın elinden çıkması neticesinde yunan eşkiyalıkların çoğalması ve yaygınlaşması ile gümrük memurluğundan istifa etmiştir. Ali Rıza Efendi elinde bulundurduğu ne varsa hepsini yok pahasına satıp tuz ticaretine girmiş. Tuz ticaretinden ayrılıp keresteci olan Cafer Efendi ile ortaklığa girmiş ve kereste tüccarlığına başlamış. Ticarette başarısız olması ailede ve Ali Rıza Efendi'de büyük çöküntü yaşatmıştır. 23 Mayıs 1886 tarihinde vefat etmiştir."

Atatürk ile babası Ali Rıza Efendi'nin bir de ortak kaderleri olduğu görülüyor. Daha küçük bir çocukken babasını kaybeden Atatürk'ün babası Ali Rıza Efendi de daha iki yaşlarındayken babası Şeyh İbrahim Efendi'yi kaybetmiş. Allah mekanlarını cennet eylesin, nur içinde yatırsın.

Atatürk'ün ailesine bunca iftirayı atanlar, artık Allah katında vereceğiniz hesabı düşünün eğer ki sizde içinizde az da olsaAllah korkusu varsa...

Harun Aydın
harun@aydinailesi.org



Kaynak:
13 Eylül 2014 tarihinde HaberTürk ekranlarında yayınlanan Tarihin Arka Odası programı



Yazı ve fotografların bir kısmı veya tamamı iktibas kuralları çerçevesinde kaynak gösterilmeden alınması veya izinsiz kopyalanıp çoğaltılarak kullanılması yasaktır.

www.aydinailesi.org
| © 2014
Read more »

AYDIN AİLESİ
 
AYDIN AİLESİ
Powered by Blogger